Veli Beysülen


Neden Sonuç ilişkisini Doğru Kuramamak!

.


Türkiye siyasetin de ve yönetiminde 23 yıldır tek söz sahibi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Malazgirt Zaferinin yıldönümünde "Kılıç kınından çıkarsa, kelama da kaleme de yer kalmaz" diyerek, alışık olduğumuz tehditkar dilini bir kez daha kullandı.

Doğrusu 40 yılı aşkın bir süredir devam eden çatışmaların, yol açtığı ayrışmanın onarılması ve birlikte yaşamın tesis için,  başlatılmış olan barış ve demokrasi görüşmelerinin devam ettiği süreçte, bu kadar yüksek perdeden tehditkar konuşmak, barış dili olmadığı gibi, başlatılmış olan barış ve demokrasi süreci ile varılmak istenen hedefe hizmet etmemektedir. Buna rağmen, gerek Erdoğan, gerekse iktidar ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bu tarz konuşmalarına devam ediyorlar. Bu sert tonda konuşmaların şimdiki hedefi, Kuzey ve Doğu Suriye'de ki Rojava özerk yönetimi. Nitekim Erdoğan, aynı konuşmasında "yönünü Ankara ve Şam'a dönenler kazanacaktır." Diyerek hedefi göstermiş oldu.

Peki Erdoğan'ın, yönünüzü dönün kazanın dediği Şamda kim var? Şam'da ki sözde yönetim Suriye halklarının iradesini temsil ediyor ve onları tüm farklılıkları ile kucaklayacak bir anlayışa sahip mi? Ne yazık ki, bu iki soruya evet diye cevap vermek mümkün değil. Çünkü Şam yönetimi, emperyalizmin icazeti ile dışardan dayatma sonucu orada oturan bir yönetimdir. Zira Şam yönetimi, emperyalizmin dışardan kışkırtmasıyla başlayan ve 13 yıl süren iç savaş sonunda Devlet Başkanı Beşşar Esad'ın ülkeyi terk etmesi üzerine, emperyalist batının göreve getirdiği bir yönetimdir. Üstelik yönetimin ana gövdesini oluşturan Heyet Tahriri Şam Suriye İç Savaşı'nda yer alan Sünni İslamcı siyasi ve paramiliter bir örgüttür. Bu örgüt, iç savaş sürecinde yaptığı katliamlar ve kafa kesmelerle bilinen, batı dünyası tarafından terör örgütü ilan edilen bir örgüttür. Şuanda Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Collani (Ahmet Eş şara) ise başına ödül konmuş terör örgütü lideridir.

Bu özelliğinden dolayı, yeni yönetim, demokrasiye kapalı, farklılıkları reddeden bir anlayışa sahiptir. Nitekim yönetime geldiğinin ilk zamanlarında binlerce Alevi-Nuseyri katledildi. Kısacası gerek Collani gerekse  Heyet Tahriri Şam, geçmişi karanlık  katliamlarla anılan bir örgüttür.

Tüm bu nedenlerle, başta Kürtler, Suriye'nin geçmişinde, kimlikleri Devlet nezdinde kabul görmemiş ve büyük acılar yaşamış Suriye halklarının, özellikle Kuzey ve doğu Suriye'de yaşayan halklar, eskisinin tekrarı olacak merkezi yönetim yerine, tüm etnik ve dini farklılıkların eşit haklara sahip olduklar, Ademi Merkeziyetçi yereli güçlendirilmiş demokratik bir Suriye istiyorlar. Kısacası Suriye'nin Kuzey ve Doğusunda Rojava'da kurulmuş olan kanton tipi özerk yönetim, Suriye'nin bütünlüğü içinde, kendini ifade edeceği bölgesel karar mekanizmaları olan bir sistem istiyor.

Kuşkusuz iç savaş sürecinde barbar IŞİD çetesiyle mücadele etmiş, binlerce genç insanını savaşta kaybetmiş olan Rojava halkları kazanımlarının Suriye'nin bütünlüğü içinde korunmasını istiyor ve bunun için, merkezi yönetimle görüşmelerini sürdürüyor. Tüm bunları yok saymak ve Türkiye'de ki barış görüşmelerini sekteye uğraracak, açıklamalarda bulunmak, süreç hususunda toplumda kuşkulara yol açıyor. Kaldı ki Rojava, başta IŞİD saldırıları olmak üzere, bölgeye yönelik, saldırıları bertaraf etmiş ve Savaş sürecinde bölgeyi dış saldırılardan korumuş askeri yapılanmanın yanı sıra, halkın günlük yaşamı için, gerekli güvenlik, ekonomik ve sosyal tedbirleri almış yapısıyla, yeni Suriye için fırsat sunmaktadır.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz. Maalesef bu gerçekliğe rağmen, barışa ulaşmak oldukça meşaketlidir. Zira karşılıklı ön kabuller tarafların ortak noktada buluşmalarını engeller. Hele bu ön kabullerin yıllarca, siyasi aktörler tarafından, siyasi kazanımlar elde etmenin aracı olarak kullanıldığı ve kullanılmaya devam ettiği, Türkiye gibi bir ülke de barışa ulaşmak çok daha fazla çaba gerektirir.

Sık sık yazılarımda yazarım Türkiye, kuruluşundan bugüne kadar biri devletin derinliklerinde süregelen ebedi diğeri ise günün iktidarının kendince belirlediği olmak üzere, iki tür düşmanın varlığıyla gergin tansiyonun hiç düşmediği bir ülkedir.

Kuşkusuz bunun temel nedeni, farklılıklara kapalı, hatta farklılıkları hep tehdit gören anlayışın baskın olmasıdır. Bu baskınlık kimlik ve inanç dayatmasının sonucudur. Bir başka deyişle, tekçi zihniyet ve bu zihniyeti, topluma enjekte eden konuşmaların karşısında, konuşma imkanı verilmeyen farklı olanlar ile objektif düşünen insanların sürekli baskıyla susturulmaları sıkıntının temel nedenidir.

Yukarıda belirttim devletin tekçi zihniyeti, Türkiye siyasetinde, siyasi kazanım sağlama aracıdır. Sağ popülist siyaset ile merkez siyasetin, iki ana akımı bu zihniyeti sürekli, topluma enjekte etmektedirler. Kuşku yok ki, gelişmeye kapalı, okumayan, düşünmeyen ve yukarıda empoze edileni temel doğru kabul eden Türkiye toplumu bu zihniyetin yapılandırdığı toplumdur. Öte yandan Türkiye, toplumun büyük çoğunluğunun bilmediğini biliyormuş gibi çok konuştuğu ve konuştuğunu doğru olarak dayatan genel yapısıyla, konuşanın çok, düşünenin az olduğu ülkedir.

Evet konuşanı çok düşüneni az! Az olan düşünenin ise düşüncesini yazılı veya sözlü olarak ifade edemediği, insanı tornadan çıkmışcasına tek tip olan, farklı düşüneni, farklı konuşanı reddeden ve cezalandıran bir ülkedir Türkiye. Demokrasinin çoğunlukçuluk değil çoğulculuk olduğunu, bunun ise azınlığın kendisini özgürce ifade etmesi olduğunu ve en aykırı düşüncenin şiddete başvurulmadıkça dile getirildiği sistem olduğunu bilmeyen, herkesin Devletin ötekini yok sayan, tekçi zihniyetini kabul etmek zorunda olduğunu düşünen, insanlar ülkesidir Türkiye. En kötüsü herkesin kendisi gibi düşünmek zorunda olduğunu düşünen insanlar ülkesidir Türkiye. Maalesef hakim siyaset toplumun bu yapısını hoyratça kullanıyor ve kendisinden kaynaklı sorunları ilgisiz gerekçelerle açıklayarak sorumluluktan kaçıyor.

Halbuki demokrasinin çok seslilik olduğunu öğrendiğimizde, birbirimize tahammül etmeyi ve birlikte yaşamanın gerekliliğini öğrenmiş olacağız. Maalesef özellikle son yıllarda iktidarın dili, ayrıştırma, ötekileştirme ve düşmanlaştırma üzerine oturtulduğu için bu mümkün olmuyor. Ne yazık ki, ülke bunun yansımasını, hayatın her alanında alabildiğine yaşıyor. Siyasette biz ve onlar söylemi toplumu yanlış ile doğruyu ayırmaktan uzaklaştırdı. Ortadan ikiye bölünmüş toplum, karşı tarafa yapılan hukuksuzluğu, hukuksuzluğun bir gün kendisine yapılabileceğini düşünmeden kabulleniyor ve alkışlıyor. Geldiğimiz nokta kendini kabul ettirmenin yolunun, ötekini yok saymaktan geçtiği düşüncesinin kendisini dayattığı noktadır.

Ne yazık ki Türkiye toplumu, tekçi zihniyetin, ötekini düşman göstermesinden dolayı, neden sonuç ilişkisini doğru kurma yeteneği olmayan bir toplumdur. Bu nedenle ülkeyi yönetenler, dayandıkları zihniyetten kaynaklı sorunların gerçek nedenlerini toplumdan kaçırıyorlar. Maalesef araştırmayan Türkiye toplumu sorunları analiz edemiyor ve neden sonuç ilişkisini doğru kuramıyor. Halbuki bir sorunun çözümü, onun nedenlerini doğru bilmekle mümkündür. Kuşku yok ki bu durum,  iktidarların anti demokratik uygulamaları ile insan hakları ihlallerini terör bahanesine sığınarak açıklarına yol açıyor.

Tüm bunlardan dolayı, iktidarın muhalefeti baskıyla susturmaya çalıştığı ülke oldu Türkiye. Önceki yıllarda terör kozunu alabildiğine kullanan ve muhalefeti terörle ilişkilendirerek onu dizayn etmeye çalışan, Kürt siyasetini sürekli baskı altına alan ve partilerini kapatan iktidar, kendisinin "Terörsüz Türkiye" dediği, "barış ve demokrasi" sürecinin başlamasından sonra, 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinde 1. Parti konumuna yükselmiş olup, tüm kamuoyu araştırmalarının iktidar adayı olduğunu ortaya koyduğu CHP'nin yükelişini yargı darbesiyle durdurmaya çalışıyor. TBMM bünyesinde kurulan, "Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonunun" çalışmaları sürerken, gerginliği devam ettiren operasyonlar aralıksız devam ediyor. Özellikle CHP'ye yönelik hukuksuzluk, ülkenin iç barışı  açısından risk taşıyor. Bu politika, ister istemez, insanın, iktidar CHP'yi komisyondan kalkmaya mı zorluyor diye düşünmesine yol açıyor. Neyse ki CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı Televizyon programında, kendisine sorulan buna dair soruya, "biz masaya bize yönelik operasyonlar dursun diye oturmadık, ülkenin önemli sorununun çözümü için oturduk." şeklinde mantıklı bir cevap vererek bunu yapmayacaklarını açıklamış oldu.

Evet, 2 Eylül tarihinde 2 yıl önce yapılan, CHP İstanbul İl kongresi mahkemece iptal edildi ve görevden alınan il yönetiminin yerine Kayyum atandı. Bu karar, 15 Eylül tarihinde görülecek parti Genel Merkez 38.  kurultayı davasının da aynı yönde sonuçlanacağı endişelerine yol açıyor.

Öte yandan bu karar, kararları kesin olan ve aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bile başvurulamayan, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kararlarının yok sayılmasının ve  seçilmişlerin meşruiyetinin tartışılımasının yolunu açan tehlikeli bir karardır.

Maalesef bu ülke, neden sonuç ilişkisinin doğru kurulamadığı ve sorunların çözümü için, doğru politikaların geliştirilmediği ülkedir. Kuşkusuz neden sonuç ilişkisinin doğru kurulamaması sorunların çözümünün önünde engeldir!

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.