Veli Beysülen


Ortası Olmayan İnsanlar Ülkesi Türkiye!

.


Maalesef Türkiye, olayların normal değerlendirilemediği, her olayın mutlak karşıtlıklar üzerinden değerlendirildiği bir ülkedir. Ebette bunun, Türkiye’nin kaynaşmamış ya da kaynaşmasına izin verilmemiş, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı ülke olmasından kaynaklanan tarihsel nedenleri vardır. Ancak bence bunun önemli nedeni, 40 yılı aşkın süredir devam eden etnik çatışmanın yol açtığı ayrışma ile bu ayrışmayı siyasi ikbal için kullanan siyasetin toplumu zehirleyen dilinin, farklılıklar arasında fay hatları oluşmasına yol açmış olmasıdır.

Maalesef bu toplumsal yapıdan dolayı, konuşulan veya yazılan birçok şey toplum tarafından anlaşılmamakta veya anlamından koparılarak, söylenme veya yazılma amacının karşıtı amaçla söylendiği şeklinde yorumlanmaktadır. Toplumun bu genel yapısından dolayı, Türkiye'de bireyler veya kurumsal yapılar, cımbızlama yöntemiyle konuşulanlar ile yazılanları bağlamından koparmakta ve kendilerince yorumlamakta oldukça maharetlidirler. Bu nedenle, Türkiye’de konuşanın konuşmasından, yazanın yazısından, bir açıklama yapan kurumsal yapının açıklamasından, cımbızlanan bölüm söylenme niyetinin tersi anlamlar çıkarılarak eleştiri konusu olabiliyor. Bu yöntemden dolayı, ülkede iyi ile kötüyü birbirinden ayırmak neredeyse olanaksızlaştı. Zira Türkiye toplumu, neredeyse yarı yarıya kendisini yapılanın karşısında veya yanında konumlamak zorunda olduğu yönünde bir önyargıya sahip. Kuşkusuz insanların, bilmeden veya neyin ne olduğunu anlamadan, sadece bulunduğu tarafın ön kabulüyle karşı tarafa yarar sağlayacağı endişesi ile hareket etmeleri bunda etkendir. Özellikle etnik veya dini mensubiyetinin kazanım veya kaybına dair beklentiler öne çıkarılıyor ve karşı duruş sergileniyor. Burada insanları; bilmeden yönlendirme ile karşı çıkanlar, yazılanı veya konuşulanı analiz etme zahmetine girmeden ezberi üzerinden karşı çıkanlar ve bu iki grubu kendi tarafına çekeceğini düşünen kötü niyetle karşı çıkanlar olarak üç kategoriye ayırmak gerekir.

Ne yazık ki, hangi saiklerle olursa olsun, mutlak karşıtlığın varacağı nokta, sonuçları itibariyle ülke veya toplum yararına olacak gelişmelerin mutlak reddi gibi bir durumun yaşanmasıdır. Kuşku yok ki bu kaygı verici travmatik durumun düzelmesi için siyaset kurumunun, sivil toplum örgütlerinin ve kanaat önderlerinin sorumluluk almaları gerekiyor. Zira bu durum, olumlu veya olumsuz gelişmelerin sağlıklı bir şeklide tartışılmasının ve ülke ile toplumun yararına sonuçlara ulaşılmasının önünü kapatan tehlikeli bir durumdur.  

Yukarıda belirttiğim gibi, bu durumun aşılması için özellikle siyaset kurumuna önemli görevler düşüyor. Ancak Türkiye’de popülizme teslim olmuş, hamaset ve yaftalama üzerinden varlığını sürdüren siyaset kurumunun ağırlıklı kısmı bu olgunluğa sahip değildir. Kaldı ki siyaset kurumunun önemli bir kısmı, bu karşıtlığı varlığını sürdürmenin aracı haline getirmiş.  

Kuşku yok ki, bu ülkede siyasette karşıtlık hep vardı. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu karşıtlık, hiçbir dönemde siyasi liderin kendisini dayatmak için bu kadar acımasızca kullanılmadı. Özellikle 2015 yılından bu yana, “Biz ve onlar” söyleminin çokça kullanıldığına ve bunun toplumu ortadan ikiye ayırdığına şahidiz hepimiz. Maalesef iktidarın, iktidarının devamı için ayrıştırıcı dil kullanmasının ve eleştiriyi eleştiri sınırlarının dışına çıkararak muhalefeti ihanetle suçlar noktaya vardırmasının bu durumun ortaya çıkmasında önemli payı vardır. Dolayısıyla muhalefetin toplumu normalleştirecek politikalar geliştirmesine, ülke ve yurttaşlar lehine olan gelişmeleri iktidar karşıtlığı üzerinden eleştirmekten imtina etmesine ihtiyaç vardır.

Yaşadığımız ülkenin genel siyasi ve toplumsal yapısı ile ilgili bu değerlendirmeyi, son günlerde ülkede yaşananları doğru okuyabilmek açısından önemli buluyorum. Zira  yaşadığımız ülke Türkiye, bir süredir ezberlerin bozulduğu tarihi bir süreci yaşıyor. Ve ne yazık ki, bu tarihi sürecin en sağdan en sola bazı siyasi yapılar ile onların yönlendirdiği toplumun bir kısmı tarafından doğru okunmadığı görülüyor. Halbuki yıllardır Kürt siyasi hareketini hedef alan ve parlamentoda temsil edilen partilerinin kapatılması için yargıya çağrı yapan iktidar blokunun sayıca küçük ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, TBMM’nin yeni yasama yılının açılışı için toplandığı 1 Ekim 2024 tarihinde DEM Parti sıralarına yönelerek tokalaşması ve sonraki süreçte yaptığı konuşmalar, pratik adımlar atılmasını sağladı. DEM Parti Milletvekilleri Pervin Buldan ile Sırrı Süreyya Önder’in İmralı’da Öcalan’la görüşmeleri ile devam eden süreçte DEM Parti Eşgenel Başkanları, İmralı Heyeti  birlikte 27 Şubat 2025 tarihinde İmralı’da Öcalan’la bir kez daha görüştüler. Görüşmeden dönen heyet, Öcalan’ın örgütü silah bırakmaya ve kongresini toplayarak kendisini feshetmeye çağıran mektubunu aynı gün kamuoyuyla paylaştı. Böylece Türkiye, iç barışın sağlanması hususunda önemli bir fırsat yakalamış oldu.

Kuşkusuz yıllardır Kürt siyasi hareketi temsilcilerine karşı en sert tutumu takınmış ve partilerinin kapatılması için çağrı yapmış Devlet Bahçeli’nin bu ani tavır değişikliği, ilk anda kafalarda soru işaretlerine yol açmış olsa da açıklamalarından sonra başlayan süreçte gelinen nokta Türkiye halkları açısından önemli bir noktadır. Nitekim PKK, 5-7 Mayıs tarihlerinde kongresini toplayarak silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldığını açıkladı ve kongre kararlarını kamuoyuyla paylaştı.  

İki tarafın tüm kuşku ve endişelerine rağmen, gelinen aşama 40 yılı aşan çatışmanın sona erdirilmesi hususunda kritik bir eşiğin aşılmasıdır. Ancak yukarıda belirttiğim gibi, siyaset kurumunun bir kısmı, PKK’nın açıklamasından cımbızla çektikleri cümle ve kelimeler üzerinden fırtına koparmakta gecikmediler.  

Özellikle açıklamanın içinden çekilen bazı bölümler üzerinden şekillenen karşı çıkışın başını çeken tekçi anlayış sahibi milliyetçi sağ partilerin hamaset ve nutukları çok da şaşırtıcı değildir. Aslında yaptıkları, 1919 yılından Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılına kadar devam edem Millî Mücadele süreci ve bu sürecin dayandırıldığı 1921 Anayasası'nın sağladığı hakların, sonraki yıllarda tanınmamasının bu ülkeye yaşattığı sıkıntıların devamından yana olmaktır. Bu nedenle, PKK’nın kendisini tarih sahnesine çıkaran tarihsel yanlışlara dikkat çekmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını tartışmak şeklinde yorumluyorlar. Kuşku yok ki, bunun üzerinden fırtına koparılması yanlışta ısrarın ikrarından başka bir şey değildir. Kaldı ki birçok insanında kabul ettiği gibi, silahlı mücadelenin bitirildiğinin ve örgütün kendisini feshettiğinin açıklandığı geniş bir açıklamada, örgütün geçmişin yanlışlarına dikkat çekmesinin karşı çıkış gerekçesi yapılması, barış fırsatının heba edilmesinin gerekçesi olmamalıdır.  

Açıklamadan sonra Cumhurbaşkanı AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, açıklamaları ile sürecin başlamasını sağlayan iktidar bloku ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Silivri cezaevinde bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı CHP Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun süreci olumlayan açıklamaları, sürecin devamından yana olduklarını ortaya koymaktadır.  

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, “Kürt sorunu dahil olmak üzere, ülkemizdeki tüm sorunların çözümü hukuk devleti, adalet ve demokrasiden geçer” diyerek sorunun çözüm yeri olarak TBMM’yi göstermesi önemlidir.  

Öte yandan, siyasi bir kumpasla Silivri cezaevine kapatılmış olan Ekrem İmamoğlu’nun, “Sevgili vatandaşlarım, ülkemize ve milletimize büyük sıkıntılar yaşatan bir dönemin sona eriyor olmasına ne kadar sevinsek az. Öte yandan, şunun da idrakinde olmamız lazım: Kırk senedir büyük acılara yol açan bu meselenin bir geçmişi ve bir kısmı devletimizin yanlış uygulamalarından kaynaklanan köklü sebepleri var. Kürt vatandaşlarımızın kendilerini Cumhuriyetimizin eşit vatandaşları olarak hissetmelerini sağlayamamış, sınırlarımızın haricindeki Kürtlere güvenlik perspektifiyle bakmış olmamız bu sebeplerin başta gelenleri. Ülkemizin bu en köklü meselesini bir daha nüksetmeyecek biçimde çözebilmemiz için Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün fertlerini eşit hak sahibi vatandaşlar, Cumhuriyetimizin eşit hissedarları, vatandaşımız olmayan Kürtleri de kardeşlerimiz kılmamız gerekiyor.” yönündeki açıklaması, meselenin özünü ortaya koyan bir açıklamadır. Doğrusu İmamoğlu’nun bu açıklaması, bugüne kadar Türkiye siyasetinde soruna dair yapılan en ileri açıklamadır.

Gerek iktidar blokundan gerekse ana muhalefet partisinin iki önemli isminden gelen açıklamalar, sürecin ilerlemesi için fırsat sunuyor. Ancak iktidarın, süreci kendisinin devamı için kullanacağı endişesinin toplumda hakim olması, toplumsal destek konusunda sıkıntılara yol açıyor. Dolayısıyla sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesi, TBMM’nin devrede olması ve çözüm sorumluluğunu üstlenmesi elzemdir.  

Umarım herkesin durduğu yerden ve kendi penceresinden bakarak yaptığı kim ne kazandı veya kazanacak değerlendirmeleri, sürecin ilerlemesinin önünü kesecek boyutlara ulaşmaz ve barış bu ülke topraklarına hakim olur!           

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.