Ercan Çağlayan


Vicdanın ve mizahın yoldaşı: Sırrı Süreyya

.


Bir ömrü kelimelere sığdırmak zordur. Hele de o ömür; şiirle, sinemayla, mücadeleyle, mizahla ve direnişle yoğrulmuşsa… Sırrı Süreyya Önder’in vefat haberi, sadece bir politikacının, bir sanatçının ya da bir entelektüelin kaybı değildir. Bu haber, bu toprakların vicdanından bir parçanın eksildiğini haykırıyor hepimize.

O, kendini hiçbir zaman tek bir sıfatla sınırlamadı. Rejisör oldu, senarist oldu, ama en çok da “anlatıcı” oldu. Mahallenin kenar sokaklarında çocukların gözlerine değdi sözü; Meclis’in taş duvarlarında bile yankılandı sesi. Onun duruşunda hem Gezi Parkı'nın asi çığlığı hem de Roboski'nin acılı sessizliği vardı. Politikaya şiirle yaklaştı, sinemayı bir direniş alanı olarak gördü. “Beynelmilel”de yalnızca bir film değil, halkların yüzyıllık hikâyesi vardı.

Sırrı Süreyya, halkın içinden gelen ve oradan hiç kopmayan bir isimdi. Gömleğinin cebinde hep bir şiir, bir taş, bir de tütün sarısı kalem taşırdı. Mizahı silah değil, merhem gibi kullanırdı. Çünkü o, kırmadan eleştirmenin; kahkahayla direnmenin mümkün olduğunu gösteren nadir insanlardandı.

Bazıları için sadece bir siyasetçiydi. Ama bizler için o, bir anlatı ustasıydı. Kırık sandalyelerden bir kürsü, çatlak seslerden bir senfoni yaratan bir Anadolu çocuğuydu. Kendi deyimiyle; “yaralı bir ülkenin vicdan muhasebesi”ydi.

Şimdi ardında büyük bir boşluk bırakarak aramızdan ayrıldı. Ama unutmayalım ki, bazı insanlar ölmez. Onlar sadece bir öykünün son sayfasını çevirir. Sırrı Süreyya Önder’in hikâyesi de bu topraklarda anlatılmaya devam edecek. Sözleriyle, eserleriyle, direnişiyle ve en çok da yüreğiyle.

Toprağın hafif olsun Sırrı Süreyya… Seninle bir kuş daha eksildi gökyüzümüzden.

 

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.